1 Aralık 2013 Pazar

TSE nün Sanayiye yansımaları

Bu hafta sonu yeni bir iş aldım, İşletme profesyonellikten uzak fakat iç piyasaya hitap eden ve Kurşun,çinko,bakır ve alüminyum üretimi yapan orta ölçekli bir tesis. İşletmenin bugüne kadar aldığı danışmanlık destekleri çok az olmakla birlikte alınan danışmanlıklar da yasal zorunluluktan dolayı alınmış.

Daha önce bir aracı firma sayesinde TSE den ürün için belgelendirme yapılmış ve TSE yetkilileri ansızın bir baskın ile işletmeyi incelemeye gelmişler ve aşağıda maddelendirilen düzenlemelerin Altı ay içinde yapılması için rapor tutmuş aksi taktirde ürün satışının yasaklanacağını bildirmiş.

Yapılması istenen çalışmalar;

1) Üretim techizatının bakım-onarımı düzenli olarak yapılıyor mu?

2) Girdiler (ürün kalitesine etkisi olan) üzerinde muayene ve deneyler (tedarikçi ürün test raporu değerlendirmesi dahil)  yapılıyor ve kayıtlar tutuluyor mu?

3) Üretim sırasında ara ürün üzerinde muayene ve deneyler, (bitmiş ürüne etkisi için gerekli ise) yapılıyor ve kayıtlar tutuluyor mu   ?

4) Bitmiş ürünler üzerinde müşteriye teslimattan önce üretici firma tarafından  ilgili standard/kriter şartlarına göre muayene ve deneyler  gerçekleştiriliyor ve kayıtlar tutuluyor mu?

5) Muayene ve deneyler dokümante edilmiş yöntemlere gore yapılıyor mu?

6) Kalibrasyonu/doğrulaması yapılacak cihazlarla ilgili bir plan mevcut mu?

7) Müşteri şikayetleri firma tarafından değerlendirmeye  alınıyor mu ve kayıtlar mevcut mu ?

8) Kuruluş, müşteri şikayetleride dahil olmak üzere, üretim ve kalite kontrol faaliyetleri sonucunda tespit edilen ve tekrar eden uygunsuzluklarda düzeltici faaliyet gerçekleştiriyor mu ve kayıtlar mevcut mu?


Yukarıda sıralanan sorular işletmede bir mühendislik sisteminin kurulmasını zorunlu kılan yaklaşımın ürünüdür. Bu yaklaşım ise Endüstri Mühendisliği çalışmalarının önemini artırmakta ve üretim sistemlerinin Kaliteli üreten ve Kontrol edilebilir sisteme dönüşmesini zorunlu kılmaktadır.

Ülkemdeki çalışmaların sanayide yansımalarını görmek beni mutlu ediyor,isteyen herkes için potansiyel iş fırsatı çok uzak görünmüyor..



20 Kasım 2013 Çarşamba

Fedakarlık Ya Hu

''Yenikler her zaman kendilerini masum kurbanlar olarak göstermek eğilimindedirler.Ama bu gerçeğe tam olarak uymaz,hiç de masum değillerdirler. Yenildikleri için suçludurlar.Kendi halklarına,kendi medeniyetlerine karşı suçludurlar. Sadece yöneticilerden değil,benden,senden,hepimizden bahsediyorum. Bugün tarihin mağluplarıysak, hem kendi gözümüzde hemde tüm dünyanın gözünde aşağılanmış durumdaysak bu sadece başkalarının değil öncelikle bizim suçumuzdur.'' (Amin Maalouf-Doğu'dan Uzakta)

Yazarın anlattıklarının doğruluğunu test etmek için kendi hayatımdaki benzer hadiseleri incelemeyi doğru buldum.Yöneticileri yada diğer insanları eleştirmek kolay olsa da biz biraz çuvaldızı kendimize batıralım. Yada hem kendimize hemde birazda Yöneticilere batıralım.

Eğitim hayatımda  kendimi Yenik olarak hissettiğim yıllar Lise yılları idi. Dört koca yıl eğitim almama rağmen Ne İngilizce Öğrenebilmiş,nede Fen bilimlerini öğrenebilmiştim. Aslında her dönem Teşekkür yada Taktir belgesi almıştım belki ama bu belgelerin İyi öğrenenlere verilmediğini,iyi ezber yapabilenlere verildiğini sonradan idrak edebildim. Kalitesiz bir eğitim sisteminin sakat bıraktığı öğrencilerindenim sanırım.
Hayatımdan Dört koca yıl almasına rağmen yeterince karşılığını verememiş bir eğitim sistemi.
Eğitimcilerinin kendini yenilemekten uzak olduğu,memur zihniyetinin egemen olduğu bir sistem.
Sorgulamak yada düşünme yeteneğinin elde edilmesine imkan veremeyen bir sistem.
Maalesef ki öğrencileri dershanelere gitmek zorunda bırakan bir sistem.

Star gazetesi yazarlarından Mustafa KARAALİOĞLU 20 Kasım 2013 tarihinde köşesinde yedi sekiz yıl önce bir platformda yaptığı sunumdan şu satır aralarını yazıyor ; '' Liseye başlayan öğrencinin aklı üniversite sınavına,yolu da dershaneye gidiyor.Öğrenciler üniversite yaşına gelsin diye heba olan dört yıldan söz ediyoruz,eğitimden değil. Yüzbinlerce genç dört yıl boyunca bilgiye değil,bilime değil sadece soru çözme tekniklerini öğrenmeye odaklanıyor. Çünkü,sonucu dört yıllık lise eğitimi değil dershane belirliyor ''.

Mustafa bey düşüncelerime tercüman olmuş gibi konuyu özetliyor, Ömrümden alınan koca Dört yılın bu kadar iyi ifade edilebilmesi çok acı verici.

Oysaki benden alınan dört yıl, bir üniversitede profesörün dilinden şöylede ifade edilebilirdi ;

'' Üniversitemize eğitime gelen öğrencilerin İngilizceyi iyi derecede bilmeleri,araştırma kültürü ve okuma alışkanlığı kazanmış olmaları bizlerde çok daha iyi eğitim verme ihtiyacı doğurmakta,bu nedenden dolayı bizler onların sorularına cevap verebilmek için kendimizi her geçen gün dahada geliştirme çalışmaktayız,

Öğrencilerin hayatın dinamiklerini idrak edebilir seviyeye gelmiş olmaları,ülkemizin ve ailelerinin kendilerinden neler beklediklerini idrak edebilir olmaları,hayata ve tarihe karşı sorumluluklarını anlayabilmiş olmaları yaşam heyecanlarını dinç tuttuğu için yaşamları anlam kazanmakta,eskiden olduğu gibi alkol yada esrar da ömürler tüketilmemekte.

Bu bahsettiğim kazanımlar ile öğrencinin öğrenme ve sorgulama yetenekleri birleşince derslerimiz ezber saatleri olmaktan çıkıp,fikir üreten,problemlere çözüm üretebilen, farklı bakış açıları ile doğru yaklaşımlara ulaşılabilen eğitim saatleri oluyor.''

Benden alınan dört yıl karşılığında eğitim sisteminin, yukarıdaki hayali profesörün söylediği kazanımları bana kazandırmasını arzu ederdim.

Bugün ülkemizde Dershanelerin şu anki mevcut faaliyet şekillerine düzeltme yapabilmek için çalışmalar yapılmakta, Aslında 2009 yılında başlatın bir çalışmanın tamamlanma sürecine gelindiğinde ortaya çıkan tartışmalar,( Kaynak: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/ak-partinin-cemaati-bitirme-plani/41534 ) Birçok köşe yazarının bu konuda farklı tarafları savunduklarını gördük. Şüphesiz ki konu ile ilgili söz söyleyen herkes kendi değerler çizgisinde haklıdır.  Bende bu ülkede lise eğitimi için ömründen dört yıl heba eden ve lise son sınıfta dershaneye para vererek(Ailemden alınan eğitim vergilerinden hariç) üniversite sınavını kazanmak için soru çözmeyi öğrenen bir genç olarak,belkide haddim olmayarak konu ile ilgili fikir söylemek arzusuna giriştim.

Ey değerli Siyasetçiler, Bürokratlar, Fikir insanları, Eğitimciler, Dershane İşletmecileri, Cemaat Önderleri ve gelecek nesillerin Ömründen dört koca yıl heba edilmesine neden olabilecek yetkiye sahip Adem oğlu...

Bizler halk olarak sosyal  medyadan yada gazetelerden öğrendiğimiz, televizyondan izlediğimiz,minibüs lerde duyduğumuz bilgilerle sizlere Yol gösterecek kadar terbiyesiz ve de densiz değiliz.Problemin detaylarına sizler hakimsiniz ve şüphesiz ki doğru yolu da sizler bulacaksınızdır. Bizlerin genç olarak sizden isteği tek bir cümleden ibarettir; Her kim Fedakarlık yapacaksa yapsın ki gelecek nesiller milletimizi daha ileri götürecek heyecan ve donanıma sahip olsun.

Yenikler'den olmamak ümidiyle...


16 Ocak 2013 Çarşamba

Marka-Kimlik Farkı


Marka nedir sorusunu google ve diğer tarayıcılarda araştırır iseniz şöyle tanımlamalar karşınıza çıkacaktır;

Türk Patent Enstitüsü’ne göre marka; bir işletmenin mal veya hizmetlerinin diğerlerinden ayırt edilebilmesini sağlayan ve baskı yoluyla yayınlanabilen her türlü işarettir. Kişi adları dahil sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, renk kombinasyonları veya bütün bu işaretlerin kombinasyonları marka olabilecek işaretlerdir.

Amerika Pazarlama Derneğinin yaptığı marka tanımı ise şöyle: “Marka, bir satıcı veya satıcı grubunun ürün ve hizmetlerini tanımlamayı ve rakiplerinden  ayrıştırmayı amaçlayan bir isim, bir terim, işaret, sembol veya tasarımdır.

Bir çok kez konuya hakim olmayan kişilerin marka tanımlaması yaptığına şahit oldum, Konuyu basite indirgemekte çok başarılı olan tanımlamayı sizlerle paylaşıyorum; '' Marka ürünün kimliğidir''. Konuyu basite indirgeyerek algıyı artırdığını sanan yetenekli amcam karşısındaki insandan '' Harbimi ya,basitmiş aslında''  cevabını aldıktan sonra kasılarak '' Tabi kardeşim,bu işin mantığı bu'' diyerek arkasına yaslanır..

Bu yazıdaki amaç marka kimliği ile marka arasındaki farklı ortaya koymak ve markanın tanımının aslında basite indirgenemeyecek kadar zor olduğunu göstermeye çalışmaktır.

Marka kimliğini bir insanın kimliği gibi düşünelim.İnsanın kimliğinde yaşı,doğum yeri,anne ve baba adı gibi kontrol edilebilir ve gerek duyulduğu zaman değiştirilebilir unsurlar yer almaktadır. Marka kimliği'de insan kimliği ile özdeştir.Basite indirgemeye çalışırsak Marka kimliği bir organizasyon yada oluşumun esas konumlandırmasını,marka adını,logo ve deneyim ve geçmiş gibi kontrol edilebilir unsurları içerir.

Marka oluşturma ise marka kimlik oluşumundan sonra gelmektedir. Marka oluşturmanın amacı tüketicilerin firma ile ticari deneyim yaşamadan önce müşterilerin bilinç altlarına marka kimliğini anımsatıcı obje yada anılar yerleştirmektir.Marka oluşumu ile tüketicilerin söz konusu ürünü diğer ürünlerden  kolayca ayırt edebilmesi amaçlanır.



3 Ekim 2012 Çarşamba

NİKE PAZARLAMA STRATEJİSİ


Günümüzde  tüketicilerin, hem alışveriş sürelerini kısalttığı için hem de daha çok çeşide aynı anda ulaşabilmeye imkan sağladığı için İnternet ve sosyal medya kullanımını tercih ettikleri görülmektedir.
İnternet ve sosyal medya kullanımının artmasını fırsat olarak algılayan ve dijital pazarlamanın ne kadar önemli olduğunu anlayan markalar, pazarlama stratejilerini değiştirerek, daha doğrusu dijital dünyaya uyarlayarak dijital dünyanın pazarlama fırsatlarını yakalamaya çalışmaktadırlar.
Bunun en iyi örneklerinden birini efsanevi marka NİKE'da görüyoruz.
NİKE  geleneksel reklam yöntemlerini kullanmaktan tamamen vazgeçmeden, geleneksel yöntemler ile dijital yöntemleri bir arada kullanmaktadır.
NİKE bir zamanlar Televizyon ve basılı reklamlara önemli ölçüde bütçe ayırır iken, son 3 yılda bu  bütçeyi azaltmasına rağmen, toplam pazarlama bütçesini artırdı.  Peki ama bu nasıl oldu?

Bunun en önemli nedeni, NİKE’ın artık dijital pazarlamaya daha fazla önem verir hale gelmesidir.  NİKE yeni pazarlama stratejisi ile interaktif öğeleri kullanarak tüketicilerin en çok zaman geçirdikleri alanda, yani sosyal medya da tüketicileri ile iletişime geçiyor.
İnteraktif uygulamalar ile NİKE, daha büyük bir kitleye ulaşmaya çalışarak daha çok tüketicinin yakınında olmak istiyor Çünkü harçlığının bir kısmı ile NİKE ürünleri alan bir genç, Televizyon reklamlarından ziyade online reklamları izliyor.

NİKE tüketicileri ile sosyal medyada iletişime geçerek bir nevi akraba ilişkisi kurmaya çalışıyor. Örneği biraz açmak gerekir ise söyle düşünün;
Bir ev alacaksak öncelikle akrabalarımız yada ahbaplarımız arasından emlakçı olanlara sorarız çünkü yakınlarımız bizimle iletişim halindedir ve daha güvenilirdirler.


Günümüzde benim ürünüm kaliteli, benim ürünüm şöyle,benim ürünüm böyle gibi reklam filmleri başarılı olamamakla birlikte  reklam filmleri ve sosyal sorumluluk projelerinde ‘’ben senin yanındayım’’ mesajını veren markalar her geçen yıllık kar miktarlarındaki artışları övünerek ekonomi dergilerine açıklamaktadırlar.

İşte NİKE pazarlama başarısının sırrı bu;
Müşteriye varlığını hissettirmek !
Müşterinin vakit geçirdiği sosyal medyada bulunmak !

1 Ekim 2012 Pazartesi

IKEA BAŞARISI


IKEA'nın tüm dünyada devrim yapan Üretim ve pazarlama başarısını araştırırken
IKEA’nın sırrının,kurucusu Ingvar Kamprad’ın  hayat hikayesinde saklı olduğunu gördüm.
Ingvar Kamprad 30 Mart 1926'da Almhut kasabasından pek de uzakta olmayan Agunnaryd köyünde, kilisenin mülkiyetindeki Elmtaryd çiftliğinde dünyaya geldi.
Doğuştan ticaret yeteneğine sahip olan Ingvar  Kamprad daha 5 yaşında iken mahalle arkadaşlarına ıvır zıvır satmaya başlayan Ingvar 7-8 yaşlarında  Kibritleri Stockholm’dan topluca ucuza alabileceğini ve onları birer birer çok düşük fiyatla satabileceğini ama yine de iyi bir kâr yapabileceğini anlar. 
Bisiklet kullanmayı öğrenen Ingvar uzak çiftliklere giderek kapı kapı dolaşıp satışlar yapar.
Satışları kibritten başlayarak çiçek tohumları, tebrik kartları daha sonra da kurşun ve tükenmez kaleme kadar çeşitlenir.
Ingvar Kamprad 17 yaşında iken babası ona çalışmalarında başarılı olduğu için ödül olarak para vermiştir. Ingvar da bunu kendi işini kurmakta kullanır ve IKEA yı kurar.
IKEA  ismi Ingvar Kamprad’ın baş harfleri ve Ingvar Kamprad’ın doğduğu çiflik ile doğduğu kasabanın baş harfleridir.
I:Ingvar (adı)
K: Kamprad (soyadı)
E: Elmtaryd (doğduğu çiftlik)
A: Almhut (doğduğu kasaba)

Ingvar Kamprad ın farkındalık yarattığı ilk nokta  bireylere doğrudan satış yapmayı düşünmesi ve bundan dolayı yerel gazetelere ilan vererek posta ile sipariş yapanlara mal gönderme yöntemini seçmesidir.
1955 yılında yanına aldığı ilk tasarımcı Gillis Lundgren ise IKEA'nın sektörde devrim yaratacak ikinci çıkış noktasını yakalamasını sağladı.

Lundgren, karlı bir kış günü müşterinin adresine teslim edilmesi gereken kolinin arabanın bagajına bir türlü sığmaması üzerine sinirlenip, "Sökün şu Allahın belası masanın ayaklarını" diye bağırınca, Keserle çiviler çıkarıldı, masanın akları söküldü. Sonra masa dört ayakla birlikte ambalajlandı. Koli artık bagaja rahatça giriyordu. 

Kamprad IKEA' nın  çalışma prensibini ve dünyadaki satış  yöntemlerini değiştirecek bir karar aldı.
Kamprad, bundan sonra müşterinin evde monte edebileceği mobilyalar üretip pazarlayacaktı.



Böylece;
1) Nakliye ve  montaj  müşteriye ait olacaktı.
2) Taşıma maliyetlerinin ağır yükü ortadan kalkacaktı.
3) İşler kolaylaşmış ve sektördeki rakiplere göre farklılık yaratılmış olacaktı.

Sonuç; O zamanlarda Tüm bu tasarruflarla hiç bir rakibin yanına yaklaşamayacağı bir satış fiyatı yakalanmış olacaktı. 
İşte IKEA böyle doğdu!
Ingvar Kamprad bugün 96 yaşında. Kurduğu imparatorluk ve sektörde yarattığı devrim ise kendi ilkeleri ile büyümeye devam ediyor.
Daha sonra bu yöntemler diğer satıcılar tarafından kullanılmış olsada IKEA  bu uygulamayı yapan ilk şirket olduğu için hep bir adım daha önde oldu. 
Şimdilerde de IKEA fiyat politikasını korumaktadır örneğin; IKEA mağazasına alışveriş için gelen zengin yada orta düzeyli bir aile kendi ekonomik güçlerine uygun ürünü rahatca bulabilmektedir.
Sektörde yaratıcı fikirleri uygulamaya koyan  Ingvar Kamprad bugün  Avrupa’nın en zengin adamı olarak biliniyor.
İsveçli dergi “Bilanz” da yer alan bir istatistiğe göre Kampard’ın 30 milyar Euro sermayesi var.
Dünyanın 41 ülkesinde şubeleri bulunan Ikea, bünyesinde 131 bin çalışan barındırıyor.
Ingvar  Kamprad'ın Yerel bir televizyonda yer alan röportajına göre Ingvar, onbeş yıllık bir araba kullanıyor, sadece ekonomi sınıfında uçuyor ve IKEA’daki çalışanlarına her zaman kağıdın her iki tarafını da kullanmalarını öğütlüyordu.

Ulusal değerlerine ve kendini yetiştiren topraklara bağlılığını bir ömür sürdüren Ingvar Kamprad, IKEA'ya sadece İsveç bayrağının renklerini seçmekle kalmamış, ürünlerine de İsveç isimleri vermeyi seçmiştir. 
Dünyanın dört bir yanından farklı kültürlere sahip tasarımcılarının yarattığı IKEA ürünlerinin isimlerinde Ingvar Kamprad'ın kendi kültürene bağlılığı görülmekte örneğin; Ev tekstil ürünlerinde İsveç kız çocukları, yatak tekstil ürünlerinde bitkiler, sandalye ve tabure gruplarında erkek çocukları, koltuk takımlarında İsveç'teki yerleşim yerlerinin isimleri kullanılırken, çocuk ürünlerinde kolay öğrenilebilen isimler kullanılmakta diğer isimler ise, aylar, taşlar ya da müzikal terimlerden seçilmektedir.
Özgünlüğünü korumaya çalışan IKEA kendini oluşturan kültüre duyduğu saygısını ürünlerine de yansıtmaya çalışmaktadır.

Şimdilerde IKEA yönetimini oğullarına devreden Ingvar Kamprad, hayatının  yorgunluğunu atmaya çalışıyor.